16 Ağustos 2007 Perşembe

çarşaf ve sonsuz işaretler dizisi.


Bugün otobüste iki sıra önümde çarşaflı bir kadın oturuyordu. Ben bindiğimde otobüste değildi, ne ara gelip oturdu,bilmiyorum. O yöne bakmama rağmen farketmemişim. A, bu arada bu türban veya -nasıl bir sorunsa o- türban sorunuyla alakalı bir yazı değil, söyleyeyim. Kimin vücudunu nasıl örttüğü beni ilgilendirmiyor, kadının vücudunu politikaya bile sokup, kadın vücuduna birşeyler sokulmasını engellemek için her cephede, sağında solunda, bu kadar uğraşılması asıl sorun bence. Türbanlı erkek diye bir şey de var,örtülü ödenek gibi oldu, ama nedense hep kadınlar üstünden, kadın bedeninden beslenen siyasal bir söylem var. Bunu hangi siyasi görüş yaparsa yapsın çirkin. Kadınları açalım,kadınları kapayalım. Aç kapa aç kapa artema. İşi zevzekliğe vurdum ama bak konu yine döndü dolaştı. Ben çarşafı bir imleç olarak inceleme fırsatı buldum bugün. Arkadan baktığımda,pencereden giren rüzgarla beraber dalgalan siyah bir kumaştan başka birşey görülmüyordu, ben de şöyle düşündüm. Çarşaf içindekini tamamen kapatıp,kaplıyor. Öyleki hareketleri bile kimsesizleştiriyor, iletişime dair ne varsa yolunu kesiyor. Bunun ilginç bir yönü de var, fark siliniyor. Yani lise üniformasının sınıf farklılıklarını sildiği yönündeki garip iddia gibi bir iddiada bulunmak değil derdim. Ama düşünsenize. Hiç farkedilmeden,bilinmeden herkesin arasında yürüyebilmek ne kadar sıvılaştırıcı. Kocaman siyah bir sonsuzluğun bir damlası gibi süzülmek. Kendinize dair ne varsa görselde dilsizleştirmek. Bunu "kötü" olarak nitelendirdiğimden değil, bu yönde düşünmedim ama burdan bakınca çok farklı tınladı zihnimde. Çarşafı giyenin taşıdığı tüm bu hali çarşafa "ters" bakan kendi başına yüklenmiyor mu? Yani kemalist bir taraftan bakan herkes, çarşafın kadını kimliksizleştirdiğinden dem vuruyor, değil mi? Bunu yaparken aynı zincirleme tekrarlanmış olmuyor mu? "Karafatma" ya da "Karaçarşaflı" denildiğinde neden o örtüye referansla konuşuluyor, eğer içindekini "salıvermek"se dert? Bu durumda çarşafın içindeki önemini yitirmiş olmuyor mu, eğer tüm dert kabuğunu soyuvermekse? Çarşaf,türban, bunlar gerçekte neyi imliyor? Bir dilbilgisi haritasında yeri zamir olacaksa, bu kadınları tam olarak neyden kurtarmış oluyoruz? Kimliksizleşmekten mi yoksa başka olumsuzlukların daha güvenli,daha kadıncıl olduğuna inanılan yeknesaklığına mı? Bence iş, otobüste içindekini merak ettiğimiz çarşafın yanında oturabilmekle başlıyor. (resim: memed erdener)

ps: yazıdaki betimlemelerin amacı kadının örtünmesini meşru kılmak ya da bunu estetize etmek değil, düşünce bulutunu aktarmaktır.

24 Temmuz 2007 Salı

23 Temmuz 2007 Pazartesi

2 Temmuz 22 Temmuz'da










Madımak'ın yıldönümüdür, vücutlarımızı sayı olarak dikelim diye mitinge gittik ailece Kadıköy'e. Mitinglerden medet ummam. Herkes bağırır, bayrak sallar, semboller anlamını yitirir, dışarda kalanı içeri davet etmek,merakını çekmek için bir çabada bulunulmaz. Hatta bana göre, polisin bariyerleri içeride bulunanları çok rahatsız etmemektedir, yani dışarıda olanlardan ayrı tutulmak sadece yer darlığı yarattığı için can sıkmaktadır. Ne bir ölüm sessizliği, ne de karnaval şenliği vardır çoğu zaman. Biz isterdik ki,tek bir bayrak olsun,rengi siyah olsun; ya hep beraber saz çalalım, sesler semaya yükselsin, bizi terkedenlerin kulağı çınlasın; ya da isterdik ki hepimiz susalım,yere uzanalım ve bir iki saatliğine ölelim.Ne mitinge çağrı olsun ne de örgütlenme. Bir anda başlasın herşey ve herkes davetli olsun bu kulak çekmeye. Ama öyle olmadı. 10 Kasım töreni gibi oldu ve bitti. Biz hamasete dayanamadık,geri döndük. Ben miyim tek yabani,bilemedim.Çok mu sabırsızım onu da bilemedim.

Bence mitingdeki en büyük direnişçi sucuydu. Sloganları bastırarak, yanık sesiyle "soğuk suu, burda 50 kuruş,içerde 1 ytlleeee" diye bağırıyordu; çırpınışı en yalın şekilde.Bir başka sucu çocuk etraftakileri süzüyordu, miting bile lüks geliyordu ona besbelli. Polis analarını ağlatıyordu romenleri içeri sokana kadar.


11 Haziran 2007 Pazartesi

bas bas bas


Babası Necla
Ben kıyamam ona
Söyle ona Nazım Hoca
Babası Necla
Ben kıyamam ona
Oynardı düşerdi
Düz yolda tökezlerdi
Arkasını kim beklerdi?
Babası
Necla
Kıyma

Duvarını kim izlerdi?
İzlerini kim sökerdi?
Duvağını kim çizdi?
Babası Necla
Ben kıyamam ona

Binbaşı Necla
Vuramam ona
Nasıl soyunsun suya
Bakmadan dokunana
Babası
Necla
Subaşı
Rütbe alırdı menzil almadan
Vuramam ben ona
Şayet düşerse merdivenden
Dikilirse kapıya
O zaman da anca sırtına
Binbaşı Necla
Vuramam ona

1 Mayıs 2007 Salı

yıkanıcam


internette nesneleşmek, bunun yaygınlaşması, dakikalık kimlik değişimleri hoşuma gitmemektedir. her türlü alışkanlığı, zevki, durumu,tutumu, takıntıyı saydamlık derecesinde internet denen dimağ makinesine aktarmak, bu dinamizmin içinde anlık kimliklerden ötekilere geçmek, buna isim takmak, subjectlemek,görsel bir kimlik oluşturmak, devamlı aramak,arayıp taramak,berikine aktarmak, akılda tutmaya vakit kalmadan yenisine atlamak, tüm bu zıplak veriyle zihniyet ve zevk yaratmak, kaydıraktan kayayım derken merdivende devamlı inip çıkmaya ya da merdivende futbol balesi yapmaya ,en iyi ihtimalle kaymak yerine kaydıraktan atlamaya benzemektedir.
bence kaydırağın altındaki halıyı çeksek daha iyi olur. yıkanmaya gidiyorum. *evimin yakınındaki perek emlakçısı,george perec'i sevmeme neden değildir.

24 Nisan 2007 Salı

kalecinin arkası merkez bankası.


Hayatımda ilk defa yağmursuz bir 23 nisan geçirdim.
İlk defa 23 Nisan törenlerini izlemedim ,TRT'yi açmadım sabahın köründe.
İlk defa bir çocuğa baktığımda bu kadar ters duygular hissettim.
Cumhuriyet geleneğidir, her yıl bir çocuğumuza iktidarın başlıca fetiş nesnesi olan koltuk devredilir. Bu zamana kadar koltuk dışındaki tüm iktidar araçlarını teslim etsek ne curcuna çıkar, hep onu düşünürdüm, kendimce keyiflenirdim, çocuklardan daha akıllı politikacı bulamayız. Bu yıl fırçabıyığımızın yerine oturan evladımız feleğimi şaşırttı bana. Gazetedeki resmini ilk gördüğümde çocuk olduğunu ancak, masaya anca yetişen kollarından anlayabildim. Bana kalırsa tüm berbat özellikleriyle bir yetişkin o.
Masumiyetin yitirilişi draması paralayacak değiliz. Keşke bu çocuğumuzun böylesi ustalıklı kıvırtık cevaplar vermesinin tek sebebi davranışçı psikolojiyle açıklanabilseydi," anası babası bilmiş yetiştirmiş" veya "kundaktayken meclis tv izlemiş" diyebilseydik. Çocukları biz böyle yaptık gibi beylik bir laf da yetmiyor.
En açık ve en yoğrulabilir dimağları,basmakalıp politikacı cevaplar vermeye çalışıyorsa; bizden,ebeveynden, prim yapanın çekiciliğinden farklı olarak; tüm görsel rezilliği ve uyarıcı kirliliği ile şimdiki zamanı ve ne oluyor ulanı düşünmek farz oldu demektir.

16 Nisan 2007 Pazartesi

günün ikilisi / couple of the day



bulut aras vs. taras bulba

Sadece isimlerinin fonetiği değil, tipleri de benziyor. Hatta tacizci bakışları var ikisinin de, küçüklüğümden beri ürperiyorum. Surat surat değil kocaman bir dil gibi. Taras Bulba'nın namı Bulut Aras'ın mahallenin yılankavi abisi şeklini havada karada geçer, o ayrı.

2 Nisan 2007 Pazartesi

1 nisan'ı sevmek

sen sen ol fırçadil,
sırtındaki basamaklardan düşme
kuyruğuna takılıp
tırmanamayacağın satırları
bil ki boncuk terlerini gözyaşlarıyla
karıştırırsın
kaşlarını saçlarına dolarsan
umulmadık çatala saplanırsın
tıpayı çek
tıpatıp tıp tıp
sen sen ol
düşersen takılıp
kuyruğunu tut
sapını çatıp
yaşını damıt.

24 Mart 2007 Cumartesi

babanın bakiresi olmak


öncelikle şu haberi okuyoruz,ve de ne görüyoruz!

beklenmedik bir şey görmediğimiz kesin.


yalnız ilk anda bana çok pornografik geldi, ensest ilişki havası var bu yemin törenlerinde. Kız bekaretini babası için saklıyor, babasına saklıyor da denilebilir. Tabi ki babanın kızla yattığı falan yok, ama nasıl anlatsam, olay tamamen -bize göre- sapkın bir ritüelle çevrili."İffet layfstayl"ı seçen amerikalı baba-kızlar,ki kızların kendisinin seçtiğini de pek iddia edemeyiz ebeveynlik kurumunun doğası gereği, spiritüel bir orgazmı gerçeğine tercih edebilirler eve bu gayet olağan.("doruk noktası")
Fakat balo pek bir acaip. Beyaz elbise giydirilen kızlar, yüzük takmalar, yeminler...Bayağı düğün gibi bir tören. Hele babanın kızın gözlerine bakıp yemin etmesi,elini tutup yüzük takması pek bir romantik.Sonra burda takılan ziynet eşyaları kocaya devrediliyor, koca da hayırlısıyla iffete meşru şekilde kancayı takıyor,bekareti alıveriyor. Kız,babasına karşı da kadınlık görevini yerine getiriyor,yatakta orospu kısmı dışında, a pörfekt leydi. Sonra kocaya devrediliyor,çünkü dinen ensest ilişki çok fena ayıp.

MTV'deki "sweet sixteen" balolarına ve prom gecelerine alternatif olarak iffet layfstayl de alo düzenlemeye başlamış, "çılgın tüketim kültürü"nden kendini sıyırmak isteyen iyi hıristiyan amerikalılar, kızlarının tüketim boşluğunu doldurmak istemişler. ama istatistiklere göre, babanın kapsama alanından çıkar çıkmaz kızlar salıveriyorlarmış kendilerini,heralde yüzüğü ve bileziği bozdurup kaçıveriyorlar babakocanın elinden.

20 Mart 2007 Salı

12 Mart 2007 Pazartesi

zor durumdaki halk için ikinci bir şans / a second chance for a nation in desperation

" Bugüne kadar Rwanda'da üstün kaliteli kahve yoktu. Fakat yabancı kaynaklar sayesinde çiftçiler kahve yıkama istasyonları kuracak gerekli ekipmanı elde ettiler ve paha biçilmez arabica Bourbon ağacını işlemeyi öğrendiler. Bu özel kahve Rwanda'nın ihraç ettiği toplam kahve miktarının %7'sini oluşturmaktadır. Starbucks'ın ve uluslararası yardım örgütlerinin devamlı desteği ve kahveye bakış açılarının değişmesiyle,çiftçiler gelirlerini arttırıp daha aydınlık bir gelecek görebilmektedirler." (starbucks tanıtımı)

aman yarabbi.
fena oluyorum.
kim yer lan bunu?


"Until recently,there was no high quality coffee in Rwanda. However,with the help of the foreigner resources, farmers were provided with coffee washing equipment and learned to cultivate priceless arabica Bourbon trees. This special coffee forms the 7% of the total exported coffee of Rwanda. With the support of Starbucks and international aid organizatiobs and with Rwanda's changing view towards coffee,farmers can see a bright future by increasing their income." (starbucks pamphlet)

who buys this crap?

sad skinhead


..going places...
smashing faces.
what else could we do?








*author strictly declaims: the skinheads are originally the members of an highly appreciated,anti-fascist subculture,yeah i know. lyrics are funny and it goes well with the melody.

4 Mart 2007 Pazar

günün ikilisi / couple of the day



KAKÜL vs. PÜSKÜL

Püskül,doğası gereği,bir tuhafiyeci malıdır. Kakül ise işlev ve görüntü açısından püskülün insan vücudundaki kardeşidir.
Bugün halı püskülüne odaklandım ve düşündüm,püskül ne işe yarar diye.
İnsanoğlunun uğruna kan,ev kadınlarının uğruna ter döktüğü dışarıyı içeriye sokmama içerdekileri dışarı taşırmama işlevini üstlenen bu mükemmel ve ilkel buluş, eğer öncelikle eşyaların da kaküle ihtiyacı olduğu fikrinden doğduysa,insanoğlunu gerçekten hafife alıyorum demektir.
İnsanların yankısını eşyalarda bulduğum için midir ki karga gibi topluyorum, baykul gibi gözetliyorum,gözetiyorum onları?
Bu sırada kafama herhangi bir şey düşerse,bunu işaret olarak sayacağım.

Not: Çalı süpürgesi de kocaman bir püskülden,dolayısıyla kakülden ibarettir. Hatta etrafımızın püskülelr ve kaküllerle çevrili olduğunu söylersek,inanın.

24 Şubat 2007 Cumartesi

günün ikilisi / couple of the day



sümsük vs. sümbül

türkçe argo bakımından en zengin dillerden biri. başka bir cazibesi de,hayvanseverler için "iticiliği" olabilir; argomuzdaki aptal/süklüm püklüm anlamındaki birçok kelimenin de hayvanlar ve doğadan gelmesi gibi garip algılamalar da. angut,bir kuştur. sümsük de öyle. sümsük resmi ararken kuştan başka bir şey çıkacak mı diye baktım, olmadı. resmi harun yahya'nın sitesinde "Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet" başlığının altında bulmam da ayrı bir süpriz oldu. Bir de şöyle bir mantık yürütelim:Bu durumda biz yarattığımız bu şahane argo/algı dünyasında -pek de argo demeye dilim varmıyor ya neyse- Allah'ın güzelliğini öveceğimiz yerde bir de gırgır geçiyoruz; ki günlük hayatta bunun farkında olsak bir kısmımız gırgırın verdiği keyfi doya doya yaşarken bir kısmımız da tövbeler üstüne tövbeler eder. Yaratılanın yaratıcısına yarattığıyla nanik yapması apayrı bir lezzet dostlar. (kılıçları hazırlayın kafir var.)

sümbül de bu Allah'ın Güzellikleri'nden Bir Demet"in içinde yer alma potansiyeline sahip,her ağdalı çiçek gibi mazı mazı romantizm kokan bir bitkimiz. ama isminin getirdiği çağrışım zincirinden ve harflerinin melodisinden olsa gerek; sümbül deyince aklıma hımbıllık ve eblehlik geliyor.

ps:hayvanın bir suçu yok emel abla.

15 Şubat 2007 Perşembe

Bugün Gördüklerimiz ve Günün İkilisi Elele / Things we have seen today ft. couple of the day

AVIDO vs. AVIDA

Blogumdaki sergide başka bir iş daha görmüştüm, ama aceleyle onun resmini çekmeyi unutmuştum. Yine de güzel bir iş olduğu için aklımda tutmuştum: Avido.

Avido "arzu" demekmiş,Freudiyen bir anlamda büyük ihtimalle. Resmi olmadığı için dilimizle görselleştirelim:

Deri bir kemer, arkası duvar zeminine sabitlenmiş,uçları serbest. İç kısımları tuzlanmış. Kemerin ortasındaki boşlukta,havada, narçiçeği neondan AVIDO yazısı duruyor.

Durup düşündürüyor evet,biraz da bariz olmakla beraber.

Bugün de mendebur organizasyon IFistanbul'dan aldığımız biletlerin ilkini denedik. Avida. Salon dolu, sahneler başlar başlamaz arkadan bir "sanatsever" kahkahalar atmaya başladı. Başta yersiz olduğunu düşündüm,çünkü film anlaşılmaz bile değildi,anlatamıyordu.Fenaydı. Sonra düşündüm de yerinde bir tepkiydi,anlamayıp paniğe kapılan adam; bilinmezliği sofistike hımhımlarla süslediği kahkahasıyla süpürmek istedi. Olmadı. Film de olamamış zaten. Kendi haline bıraktım filmi,kuyruğuna basıp düştü. Biz de arkamızı döndük çıktık filmden.

İyi ki de çıkmışız,sıkılan insanlar bizi beklemişler çıkmak için.

Yemişim böle dekor sanatı. Yaşasın "sanatdiller"lik, kahrolsun sanatseverliğin eblek pasifizmi.

ps: imdb filmi komedi olarak değerlendirmiş,if istanbul eksalansları ise fantastik. komedi olma ihtimali bile daha yüksek,çünkü kaldırım taşları daha fantastik. Ayrıca filmde sürreel hiç bir şeye rastlamadım,izlediğim kısmında tabi. Ne adamın sağı ve dilsiz olduğunu,ne de diğerlerinin ketamin bağımlısı olduğunu anlayabildik. Anlamayınca takip edemedik, tepemiz attı. Olmalı mı olmamalı mı diye soruyoruz yönetmene, olamadı diyor. siz sığsınız demiş de olabilir,dinlemeden gittik.

Avido vs. Avida

I kept another piece in my mind,from the same exhibition on my blog.I couldn't take its picture,because i was in a hurry so that noone could see me taking pictures.

Avido. Avido means "desire",most probably in a Freudian way. Let me help you visualize.

A leather strap, fixed to the wall, the ends are freely hanging. The inner part of the strap is covered in salt. In the void at the middle of the strap hangs a firey orange neon writing : AVIDO.

It makes you stop and think, even though a bit obvious.

Today we tried the first of our tickets of the lame organization If Istanbul film festival.Avida. The hall was full,an "art-lover" started his laughters as soon as the scenes started blossoming. I thought that his laughters were inept, the movie wasn't even ununderstandable,it just couldn't tell anything,as if someone blindfolded the mind of the director. It was as meaningless as bourgeouisie ennui, which was at first i thought what movie was about. Then i thought that the laughing was the proper reaction, the guy who couldn't understand the film and pannicked,tried to sweep his anxiety with the laughter which he decorated with sophisticated mmms. It just couldn't make it. -the laughter and the film- So we turned our backs to the film and got out .

It was a good decision,those who were bored waited for someone to follow.

sod this decorative art. Long live art-lickers, damn the dumb passiveness of art-lovers.


29 Ocak 2007 Pazartesi

günün ikilisi / couple of the day



işaretler,Paget işaret sistemine göre mutlu ve üzgünü göstermektedir.

sol mutlu
sağ üzgün











mutluluk yukarı doğru,üzüntü aşağı doğru:Mutluyken birşeyler yukarı çıkıyor,üzgünken birşeyler aşağı iniyor,mutluyken birşeyler alıyoruz,üzgünken veriyoruz. Geri kalan işaretleri de öğreneyim,semiotik bir araştırma olsun.

The signs are from Paget Gorman Sign Speech. Happines is shown upwards whereas sadness is downwards. (It's common in English,"feeling down","cheer up"...) When we're happy,it's thought we're taking something,something is climbing upwards. When we're sad, we give something,something goes down. I would like to learn the rest of the signs, maybe it can be a semiotic-linguistic research for me.

dünün ikilisi/couple of yesterday

resim,havesomehats den aşırılmıştır.
dün bütün gün mayıştık.çok güzeldi.

picture is pasted from havesomehats.

26 Ocak 2007 Cuma

günün ikilisi / couple of the day













MUŞAMBA ve DUŞANBE

Tacikistan'ın başkenti (eski Stalinabad) ve 5 çaylarının başkenti bir arada. Muşamba örtü fotosu yoktu,bu muşamba don resmine kaldık.

Oilcloth vs Dushanbe.
it realy absurd when it's translated to English,so i won't go further.

otto şu an ne izliyor?/what is otto watching right now?


İşte yanda afişi görülen filmi izliyorum.
17 yaşında hamile kalan bir genç kızımız var,kendisi çok yetenekli biçki dikiş konusunda. Madam Melikyan'ın yanında iş buluyor. Madam Melikyan'ın evi çok oyuncaklı, çünkü haute couture'cular için işleme yapıyor, filmde bol bol düğme,kumaş,dikiş,pul,tül,şıngırdayan şeyler olduğu için tuhafiyeci soyguncusunun dikkatini çekti.
Madam Melikyan intihara kalkıştı demin,kız da o hastanedeyken fırsattan istifade evi karıştırıyor.Ama kibarca,çünkü o bir Fransız.
Filme çok güzel mavi,yeşil ve kahverengi tonları hakim. Evin içi ahşap,mobilyalar çok zarif. Zaten Fransızcam çok iyi olmadığı için görsel güzelliğine kapıldım gari.

Kocaman bi tülü,metal pullar ve telle işliyor kız.Çok acaip.

ps:Altyazı koy bütün filmlere hain tv5.olmadı bbc prime gibi teletext ayarı yap,isteyen altyazılı izlesin.

i'm watching the movie of which you see the poster. there's a 17 year old girl who is talented in sewing and embroidery.She finds a job in Madam Malikian's. Her house is really colorful,as she's an embroider who works for haute-couture designers. There are lots of buttons,fabrics,flakes,tulle,and things that rattle and jingle,that's why it attracted the haberdasher robber. Just a minute ago,Madam tried to commit suicide, our girl snooping around in the house.But carefully,coz she's French. Lovely shades of blue,green and brown dominate the movie. The inside of the house is timbered, furnitures are graceful. My French is not so improved, therefore i'm watching it for its visual beauty.

ps:tv 5; i demand that you put subtitles to the lovely films you show, or make it optional like bbc prime does.

25 Ocak 2007 Perşembe

iyi geceler!-good night


yatıyorum ben.
i'm off to bed.

günün ikilisi / couple of the day


FAUST vs. FAUST

goethe'nin faust'u ve krautrock'ın faust'u.

goethe's faust and krautrock's faust.


bugün gördüklerimiz 5/ the things we've seen today 5

Jenny Holzer, Yaşayan Seri, 1891-1982, metal,boya.
-aynı sergi-

Jenny Holzer,The Living Series, 1891-1982,metal,paint.
-same exhibition-


YOU CAN BE A FAT FIGHTER OF FASCISM IF YOU NEVER GET OFF THE COUCH AND REFUSE TO MARCH IN ANY DIRECTION. THIS ISN'T THE ONLY STRUGGLE THOUGH.

bugün gördüklerimiz 4/ the things we've seen today 4


Georg Herald,Eros ve Psykhe,1989. AHşap,naylon külotlu çorap, süpürge, tel, ahşap kutu.


Yapı Kredi,Kazım Taşkent Sanat Galerisi/ Sermet Çifter Salonu'nda görülebilir.(Galatasaray)

FREUD ve ÇAĞDAŞ SANAT SERGİSİ'nden,izin almadan çekilmiştir. (yaşasın sanatta vandalizm)

Georg Herald,Eros and PSyche,1989. Wood,nylon panties,broom,wire,wooden box.

"Freud and Contemporary Art" exhibition, Kazım Taşkent Gallery,Galatasaray.

Photo's taken without permission. Long live vandalism in art.

bugün gördüklerimiz 3/ the things we've seen today 3






gördüğüm en şık berduş.kravatını,beresini takmış,üstü başı tertemiz.sakallar pırıl. belinden,içinde kahverengi bulanık bir sıvı bulunan pet şişe sarkıyor.iple bağlamış.elinde tüm varlığını kaplumbağa gibi taşıdığı torbaları var.

yerden filtre topladı çabucak. ne yaptığını anlayamadım,annem söyledi. o kadar kibar bir berduş ki,gizli gizli,ivedi ivedi topladı izmaritleri,bir yerine sıkıştırdı,apar topar gitti. bir yerlere yetişiyordu. *kadıköy,karaköy iskelesi


this man is the most elegant hobo i've ever seen. he put on his tie and nice beret, his clothes, clean as they can be. his beard is spotless. a bottle filled with muddy brown water hangs from the rope he tied on his waist. he carries the nylon bags with all his havings inside, like a turtle.

he collected fag-ends from the ground. i didn't understand what he was doing. my mom told me. he was such a polite hobo that he collected them secretly and hurriedly,so that people would not see this humiliation. he was in a rush,trying to catch up with something i don't know. *kadıköy,karaköy port.

bugün gördüklerimiz 2/ the things we've seen today 2


böyle bir amca gördüm. plakasıyla gezen. 34 db 5315. gerçek bir kentli bence. hatta protest bir enstalasyon bu adam. öyle olduğunu düşünmek istiyorum. haydarpaşa iskelesinde,elindeki plakayı hep arkasında tutan bir adam.

i saw this man today. with his licence plate. 34 db 5315. i think he's the real "urban". i even think he's a protest installation. i would like to think that he is. a man that holds the licence plate he has always on his back in haydarpaşa port.

bugün gördüklerimiz 1/ the things we've seen today 1

hicri yılbaşınızı kutlarız efem. -erenköy,istasyon.

ps: bu bana çok garip gelmiyor. hepimize garip gelmesi laik standardizasyonla alakalı sanırım.her dinin ayrı zaman algısı var,Anglo-sakson zaman algısına ayak uydurmamak da, direnmek de bir tercih. ray bradbury'nin fahrenheit 451indeki gibi demiryollarında yaşamak, "modern" hayata sırt çevirmek güzel.bu örnekte aldığı şekil hiçbirimizin hoşuna gitmiyor, ve rahatsız edici oluyor.ama aynı sırt dönme. masumane olmayansa diş bilemek,afişin kendisi.manifesto.kaşımak. kaşımaya gerek yok. kutla hicri yılbaşını. (hicri yılbaşı kutlamaları ile ilgili bir kompozisyon yaz ebüzziya evladım.) ben laikliği severim yine de. standardizasyonu takan yok nasıl olsa.

may your new year of the hegira be blessed people. erenköy*station

ps:this doesn't sound so weird to me. it's about the laicist standardization that make it so weird to us. every religion has its own perception of time, it's a choice not to obey the Anglo-saxon perception of time. living by the railroad and turning your back on the "modern" life is beautiful as it is in "fahrenheit 451" by Ray Bradbury. the form it acquires in this example,however,is disturbing to us, we despise it. but it's the same kind of turning-one's-back-. what is NOT so innocent is the banner itself,this scratching and sharpening attitude manifest in the banner. there's no need for grinding ourselves against each other. just go ahead and celebrate your new year of hegira,whatever that means for you. ("ebüzziya my son,write a story telling your family's celebration of the new year of hegira.") i like laicism anyway,nobody cares about the standardization it brings anyway..

yaşasın yeni türk lirası!/long live new Turkish lira!


milli marş la deterjan reklamı arasında bir yerde. güvercin kanatları akıl alıyor. sıfırlar uçuyor.kral öldü yaşasın kral! sıfırlar uçtu yaşasın yeni türk lirası!

somewhere in between the national anthem and the detergent commercial. dove wings blow the mind. 0's are flying. king is dead,long live the king. zero's flied,long live the turkish lira!

duymayan amca


şunu da yazayım yatayım. bir keresinde durakta iki dirhem bir çekirdek giyinmiş amca bana sordu: "para geçer mi 128'de?" geçer. gülümsedin mi bil ki yaşlı amcalar sohbete başlar. tamam. ama bu amca %85 duymuyordu. "kelimeleri ayırt edemiyorum kızım yavaş konuş." pekiy.

amca köy enstitüsünde yetişmiş."eskiden bir pantolonum bir ceketim vardı, yaz kış giyerdim. şimdi öyle mi,takım takım elbisem var." sanırım çok etkilemiş onu kıyafetsizlik, emekli maaşına göre çok şık giyiniyordu.üstelik ipek fuları da yeniydi. yılların acısını çıkar amca!

pasosundan gördüm;adı Saim Yıldırım. Adapazarı'ndaymış,sonra bizim buraya taşınmış. Oğlu vardı galiba,belki bir de kızı. bana bol bol öğüte verdi ama ne yazık ki cümle sonlarındaki "heeeeee" diye nefes verme sesi aklıma kazınmış,tek bir öğütünü hatırlıyorum: "yaşlıların ve evde kalmış kadınların 5 zaafı vardır: inatçıdırlar,cimridirler,alıngandırlar,çocuk gibidirler...."öbürünü hatırlamıyorum.

"emekli bir öğretmen amca dediydi dersin." diyorum amcacım. ama keşke söylediklerinin hepsi kalsaydı aklımda.

bir de yemekten bahsetti.enstitüde kıt kanaat beslenirlermiş. nohut,kuru fasulye ve bulgurdan başka şey yemezlermiş. bir de çok ender tatlı çıkarmış. ama tatlıyı da unuttum. çünkü o sırada amcanın telefonunu alsam mı diye düşünüyordum. enstitülerle ilgili sözlü tarih çalışması olur belki diye.
pis pragmatist otto.

unuttum işte.

ama unutmayın.yaşlılar ve evde kalmış kadınlarrrr....

gel dolmuşta etkileşelim./ let's interact in dolmuş.



karşıya geçmek için çift katlıyı bekliyordum. kaçak dolmuş durdu. dedim ki; "kaçak dolmuş geçiyorsa binmek lazım". Çünkü ne zaman binmediysem otobüs gelmedi,demek ki kaçak dolmuş sürücüleri uyanıklık yapıp,istihbarat şebekesinden öğreniyorlar otobüslerin yolda kaldığını. -yaşasın enformel sektör-

bindim. sarı dolmuşlardan büyüktü.dolayısıyla okul servisi gibiydik.kutulanmış 15 kişi. yanıma orta yaşlı bir hanım ablamız oturdu. kendisi bbc'deki weakest link sunucusuna benziyordu ama daha genç görünüyordu.deri ceketi,yüz hatları ve gözlüğü de görüntüyü tamamlıyordu tabi. elindeki torbalı ustalıkla kavrayışı onun gösterdiğinden yaşlı olduğunu gösteriyordu. yavaştan teyze yaşı gelmişti. sohbet etmeye başladık. teklifsiz gelen sohbet,tatlı olur. yolda kaza varmış bunu öğrendik. kadının bol latifeli konuşmasından sohbetin eğlenceli geçeceğini anladım.diğer yanımda da türk filmlerinden tanıdığım, top sakallı, tepesi kel,uzun yüzlü,ince,kısa boylu figürana benzer bir adam vardı.

bu noktada duralım. adamın üstünde kaşe bir mont,içine mavi gömlek,altında lacivert kumaş pantolon vardı.sakin ve düzgün konuşan bir adam. şimdi adamın mesleğini tahmin edin. sonra kırdığım potta görüşüceksiniz bu adamla.

herneyse.önümüzde bir adam vardı.yanında da başıbağlı bir teyzem. adam vıdır vıdır söyleniyor. bunları asıcaksın-bu memleket böyle zaten- bizim kadar hayırsız toplum olmaz- kimse işini yapmıyor ki kardeşim- salak bu herif salak- diye söylenen, ama bir bok yapmayan insan tipi. üstüne üstlük yanımdaki adam sakince önümdeki adama kızdığı insanlara başka açıdan yaklaştığında, önümdeki adam hemen kıvırıyordu ki bu kaliteli bir uyuz olduğunu gösterir. (büyük ihtimalle kılıbıktı bu adam.) tipi fantasia'daki dionysos u andırıyordu ama nerde onda o sevimlilik. herneyse. yanımdaki kadınla bizi bir gülme aldı. kadın adamı işaret edip,bak bak yine söyleniyor dedikçe,muzipliğimizi tutamıyorduk. bana diyordu ki: "bazı insanlar mutsuz olmak için yaratılmıştır yavrum. bak mesela bu adam öyle. hayatı söylenerek geçiyor. benim kocam da öyledir. sabah kalkar kalkmaz 'ay off' der. halbuki aç değiliz açıkta değiliz.çocuğumuzu okuttuk." hmm demekki tek çocuğu var.tahminim doğru çıktı. büyük ihtimalle çalışan bir kadın bu.

evet o tahmin de doğru çıktı. yoldan yakınıyorduk. "30 yıl,iş için karşıya gittim geldim her gün." dedi. ben de söylenmedim tabi,sadece 2 yıldır periyodik olarak trafikle boğuşuyorum. "nişantaşı,osmanbey,beyoğlu" dedi. sonra iş hayatını anlatmaya başladı. fransız bankasında çalışmış uzun süre. "1985'te açılmıştı ilk" dedi "o zaman önemli iş tabi, lisan bileceksin tecrübeli olacaksın ki işe alsınlar". neyse. fransızlardan bahsetti bana. işyerindeki fransızlar, onunla aynı düzeydeki musevi ve ermenilere iltimas geçiyor, türklere kötü davranıyormuş. bunu anlatırken ermeni ve musevilere değil fransızlara kızdığını ve meselenin odağına onları koyduğunu belli ederek konuşuyordu. bir gün toplantıda bir türk çalışanını çok aşağılamışlar."adamın çenesinden ter damlaları akıyordu" diye anlattı. bizim abla dayanamamış,veryansın etmiş:"nerde kaldı sizin egalite,fraterniteniz?" adama da demiş ki:"sen sorumluluğunu biliyorsun,çok çalışıyorsun kendini niye ezdiriyorsun?"

"şimdi çalışmıyorum,yol yüzünden biraz da,katlanamadım." " artık çalışmıyorum ama çalışmazsan sıkılıyorsun" "çalışsan,parayı harcayacak vaktin yok; çalışmayınca harcayacak paran yok." "anneme gidip geliyorum yine yol çekiyorum.fatih'te oturuyor. gidiş 3 saat, merhaba anne,mutfağa giriyorum,yemek yapıyorum,dönüyorum,e vakit yok ki!"

başka bir olay da şöle cereyan etmiş. fransız amirleri kadından bir şey yapmasını istemiş . ("uzun zaman oldu hatırlamıyorum tabi") ama türk mevzuatına uymayan birşeymiş. kadın da hukukçu. "tabi" diyor "altına ben imza atacağım.hukukçuyum.onlar türk de değil,suçlanmazlar. ben suçlu olacağım,sorumlusu ben olacağım." üstüne gitmişler,yap yap diye."maaşını biz ödüyoruz" demişler. abla yine veryansın :" ben bu maaşı hukuksuz işler yapmak için aldığımı bilmiyordum." adamlar tıs,cevap yok. "fransızlar'ın güzel tarafı bu işte" diyor, "adamlarla tartışabiliyorsun,ama şöven bir millet." daha sonra bir kokteylde amiri teşekkür etmiş;"figen bana çok şey öğretti,anlaşmazlıklarımız olsa da bana çok destek oldu." demiş. figen de-artık adını biliyoruz,gerçi figen tipi de yoktu ama- "teşekkür ederim,ben de sayenizde açıkca görüşlerimi belirtmeyi öğrendim" demiş. "Araplar çok fena bir millet".Onlarla da çalışmış,işi de biraz araplar yüzünden bırakmış."şerefsiz,namussuz,aşağılık ne dersen de araplara" diyor.

pot nasıl kırıldı? köprüde kaza aklımıza gelince,öndeki adam da polisten vızıldanınca,figen'e "ben polisin hiçbir şeyi çözdüğünü görmedim" dedim. o da "di mi ya" dedi. ça çan. yanımızdaki adam da "öyle demeyin,herkes işini yapmaya çalışıyor,yapabildiği kadar " dedi. e figen yaşlı olduğu için jeton erken düştü." a siz polis misiniz yoksa?" adam evet demedi ama anladık. pot kırmıştık. adam güzel bir polismiş,tahmin edemedim. figen de samimi kadınmış, çark etmedi :"ya bu benim başıma hep gelir, hep düşünmeden konuşurum,ama konuşmadan da edemem" dedi,bir iki gülücükle adamın gönlünü aldık. rüşvet olarak da sohbete onu da ortak ettik. "ismail cem vefat etmiş." dedi.figen aaaa diye üzüldü. ben daha ince ve dalgın bir aaa çıkardım. cem'i severdim.r'leri söyleyemezdi,sevimliydi. gözleri de güzeldi. politikacı olarak da efendi bir adamdı. kanser de berbat bir hastalıktı. üzülünmez mi? adam emekli polismiş "güneydoğu'ya 10 senemi verdim" dedi,babası da askermiş. yan bastık. ya dayım gibi travmatik güneydoğu hikayeleri ve buram buram milliyetçilik kokan hatıralar fışkırırsa? hiç istemem sabah sabah. neyse.adam bizi düşünmüş olacak ki,şimdiki hayatını anlattı. "bodrum'a yerleştim emekli olunca" dedi, "bağla'da kalıyorum".figen'in kayınpederi de akyarlar'daymış."vasıf ünal,doktordur,tanırsınız belki,küçük sandalı vardır." "ben bilirim onu ama o beni tanımaz.kahveden tanıyorum,bir kere de akyarlar'a götürmüştüm arabayla" al işte. mini kupır dünya. -mini,çünkü bir mini'ye 18 kişi sığabiliyor.-

çift katlıda sohbet edemezsiniz.etkileşim sıkı biçimde engellenmiş; oturma düzeni izin vermiyor. -bir de kameralar yok mu çift katlılarda! şöfor sıkıldıkça izlesin diye koymuşlar herhalde.birşey olsa nasıl müdahale edecek şoför? otomatik pilot mu var?

tek katlılar da modelden modele farklı bir etkileşim potansiyeline sahip. en eskileri en yüksek potansiyele sahip çünkü koltuklar ikili-arka arkaya değil,yan yana -dizi dizi. (kahverengi deri koltukluları diyorum.) son modeller de idare eder. karşılıklı koltukları var,ama ayaklarımı sıkıştırayım kaygısı varken sohbet edemezsiniz.

bu konuda sosyoloji projesi yapmak kısa vadeli tasarılarım arasındadır.konuyu kapan olursa kızarım.höyt. -allahtan okuyan yok.-

24 Ocak 2007 Çarşamba

alternatif ikili / alternative couple


günün ikilisi / couple of the day















tüm türkler'in çoktan farketmiş olduğu gibi, glam bir stil olarak türkiye'de başlamıştır. AÇPARANTEZ:büyükharfleregıcıkoluyorumgalibakendilerini ayrıcalıklızannediyorlarhepimizkardeşizKAPAPARANTEZ

işte ziggy işte zeki. işte uzay dekoru. işte görkem. işte stil. işte müzik.
david bowie'yi çok severim,akşam yemeğine çıkarsın isterim beni. ilk sorucağım soru da "zeki müren'den ilham almış olma olasılığınız var mı?" olur.

viva glam güneşi.

as all turkish people have noticed already; glam as a style had started in turkey first.

(idon'tlikecapitalletters,theythinkthey'reprivilegedwe'reallequal)

voila ziggy,voila zeki. voila space decoration. voila glamour. voila style. voila music.
i love bowie very much, i would like him to take me out for a dinner. the first question i'd ask woulds be "is there a possibility you were influenced by zeki müren?"

viva sun of glam.

indie böğrüme bir sancı/indie is abb.for "in deep dormancy"


yuck demişken.indie'ye burun kıvırıyorum. inatla. ama ne kadar kıvırabiliyorum meçhul. zaten indie'nin çapını yarıçapını kitlesini kütlesini hala anlamış değilem,her güzele eğilem.

bakıyoruz last fm'e, high llamasdan,belle and sebastiandan,lalipuna'dan,hope sandoval'dan geçilmiyor. emre'nin vıdı vıdı vüdürü vüdürü dediğini duyar gibi oluyorum,ama nasıl olsa okumuyor,hahayt. çok uyuşuk geliyor bana indie,elimde değil.dinlemediğimden değil,etrafımdaki herkes indicik. gel görki bana ya basbascıkıcıkı gerekiyor ya da hopçikhopçik. kalanlar passiflolarım. fazlasını da istemem. kıvırdım burnumu.

-çok inatçı ve çocukca bir tutumun var müziğe karşı zeynep-der emre bana. ben de ona derim ki -yemişim müziği,başlatma içimizdeki çocuğa,gel nayah'ya gidelim iki el dansedelim,olmadı okey çevirelim,hiç olmadı kolaj yapalım-


herşey emre'nin rastalarının kofti çıkmasıyla başladı sanırım. hâla bana diyor ki dub sıkıcı. senin rastaların koftiyse biz naapalım.
kızma emre.şaka şaka.


speaking of yuck.i give indie the cold shoulder. stubbornly. but how cold the shoulder is polemic. i've never been able to sort out the diameter,perimeter any border of the definition of indie anyway.look at my last.fm account (ottomuttu) and you'll see belle&sebastian,hope sandoval,high llamas,lalipuna and stuff.i hear emre murmuring,but maybe not,as he 's not reading this.

i think indie is dormant.(not lackadaisical),i can't help it,it's lazy,cabbagy. not that i don't listen to indie,i occasionally do,since everyone around me is indie. but i need bumbumcheckidupcheckidup or tusschuchktusschuck. those in my list are my passiflora. i don't need more. there. my cold shoulder.

emre would say -you have a childish and stubborn attitude when it comes to music- and i say -f l u c k the music and all that shit about the kid inside us, let's go to nayah and dance a bit, or play some "okey", at least make a collage.-


it all began with emre's phoney dreadlocks. he still says dub is boring. what can i do if the dreadlocks you got were phoney? don't be pissed of emre. it's a joke.

yuck!