22 Ocak 2007 Pazartesi

bir nevi ağıt / some kind of requiem


televizyon izliyordum.

Yıldırım Önal'ın filmini bulduğum için keyfim yerine gelmişti. Bir kanal ileri geçince gördüm. Hrant Dink'i öldürmüşler. Birileri. İşlek bir caddede sessizlik içinde yatan bir ceset. Her gün giyilen,sokakla,kaldırımla yıpranmış bezgin tabanlar bana bakıyor. Kahverengi pantolon. Çaresizlik. Kaldırıma dönmüş bir yüz. Çarpık ayaklar. Beyaz örtü vücudu kapayamıyor. Ayakuçları birbirine dönük.

Örtü kısa kaldı.

-acaba akşamları yorganın altında böyle mi yatardı?-

Bir ölüye ilk defa bu kadar şaşkınlıkla bakabiliyordum.
İlk defa bir ölünün canlı hayali koştu gözlerimde.

Çok değil,bir hafta önce gece eve dönmek için Şişli'de Tolga'yla otobüs bekliyordum. Cadde sessizdi. Aydınlığı bile ürkütücüydü, donuktu. "Böyle cadde olur mu?" demiştim, "ne kadar uğursuz!"
Sonra sınava çalışırken tekrar karşılaştığım Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu...
Cogito'dan şiddet öyküleri. Terör hikayeleri.
Neden göremedim acaba?
- Hergün herkes ölüyor da ondan farkına varamamış olacağım.-
Hrant Dink'i tanımazdım. Yazılarını hiç okumadım. Katıldığı söyleşileri, konferansları dinlemedim.
Ama yaşıyordu işte. Benim için herhangi biriydi. O herhangi birinin ölümü "canıma" dokundu.
Sadece benim canıma dokunmamış olacak ki; benzerini görmediğim bir yürüyüş başlayıverdi.
Olayı erken idrâk eden bir grup insan yürümeye başladı. Ölüyü seyretmekten huzuru kaçanlar da sonunda ne olduğunu anladı. "Hepimiz Hrantız." diyenlerin, alkış tutanların peşine takılıp, kuru kalabalık olmaktan çıktılar. Bir teyze, bir de liseli çocuk gördüm peşlerine takılan. Gülümsedim. Hiç beklemezdim.

Natali'yle yürüdük yağmurda. KAfa dağıtmak istedim. NAtali tanışmış Dink'le. Tatlı bir anısı kalmış.
NAtali ile babası İstanbul'a kar yağınca Kınalıada'ya gidip rakı-balık yaparlarmış, en büyük zevkleriymiş. Katya uyuşuk olduğu için, Celia da soğuğu sevmediğinden gelmezmiş. Baba kız vapur beklerken çay içmek istemişler. Çay içerken de Hrant Dink'le tanışıp sohbet etmişler. Zaten Agos'taki yazılarından haberdarlarmış. O da adaya gidiyormuş.
Kar, vapur , esmer bir adam.
Sen,ben, biz, Dink. Ben tanımazdım.
Natali için de sade, tatlı bir vapur arkadaşlığı.
Hergün ölen birileri. Dink ile dank edebildi kafama: Hayat herhangi birileri ile var zaten.
HEpimizin hayatı birileriyle o kadar ortak, o kadar kesişik, o kadar çakışık ki: Dilimle, böl, ayır, parçala. Öldür. Çıkabilir misin işin içinden? Beyhude. Acınacak kadar komik.
Hepimiz yine o kaldırımdan geçmeyecek miyiz? Orada yatanın hayali durmayacak mı?


i was watching tv.
i was happy to find a yıldırım önal movie.
i saw it when i skipped a channel. someone shot Hrant Dink.Someone. A dead body lying in silence on a crowded avenue.Exhausted soles,worn and torn everyday, staring at me. A pair of brown trousers. Despair. A face turned towards the pavement.Bandy feet. White sheet can't cover the body. Tiptoes facing each other.
Sheet is too short.
-Did he sleep like this under the quilt at night?-
This was the first time i could look at a dead body with such bewilderment.
first time the memory of an alive body runned through my eyes.

Not so long ago, a week before, i was waiting for the bus to home, with Tolga. The avenue was silent. Even with its illumination, it was frozen and scary. "What an avenue!" i said to myself; "how inauspicious!".
Later on the names i met again in the pages i studied: Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu...
Stories of violence in Cogito, stories of terror.
Why couldn't I see it coming?
-Maybe i didn't notice, since everyone's dying everyday anyway.-
I didn't know Hrant Dink very much. I never read his articles. I never listened to a word he said. I never came across to.
But he lived, he was living. He was somebody to me and the death of that somebody hurt me so much.
Apparently, it wasn't just me. A group of people comprehended what's going on earlier and started walking. Then others understood what's going on, disturbed from standing and staring at the dead body. They've joined those who applauded and shouted "We're all Hrant." I saw an elder woman, an highschool student catching up with them. I smiled. I wasn't expecting this.
In the evening, I walked under the rain with Natali. Natali knew H.Dink. She had a sweet memory of him:
NAtali and his father have this ritual they repeated on snowy days; they go to Kınalıada to drink rakı and eat balık. While waiting for the boat, they decided to get a cup of tea to warm themselves. They met Hrant there. Toni (nat's father) knew Hrant from his articles on Agos. He was also going to the island.
Snow,boat,a swarthy man.
You, me, us, Dink. I didn't know him.
A lovely friendship on boat for Natali.
Everyone dying everyday. It occurred to me with Dink: Life exists with somebodies.
Our lives are so connected,so coinciding,so intersecting. Cut,kill,seperate. Can you get out of it? Futile. Pathetically funny.
Won't we pass by that pavement? Won't the memory of the body remain?



1 yorum:

gaykedi dedi ki...

"Gözlerin rengi, biçimi ne kadar farklı olursa olsun gözyaşlarının rengi aynıdır"....Afrika Atasözü

"Genetik bağlamında bilimsel olarak kanıtlanmış herhangi bir insan ırkı yoktur ama ırkçılık ve ırkçılar vardır. Saf bir Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman, İspanyol, Bulgar, Rus, Yahudi ırkı olmadığı gibi 24 ayar bir Türk ırkı da yoktur. Ama bunların ırkçıları vardır!"...Özdemir İnce

Ermeni de olsak Türk' te, Yunan' da, zenci de, beyaz da "Gözyaşlarımız Aynı Renk".... insanlık olarak insan yiyen ırkçı yamyamlara bir kurban daha verdik...ne kadar üzüldügümü anlatmam zor..dün gozyaslarimi tutamadim ve bir Türk olarak ülkemin ırkçılarından bir kez daha utandim....Nur içinde yat sevgili Hrant....